Radikal

19 Eki 2013

Öcalan süreci devam ettirmeye kararlı. Müzakere yolunun açılması talebini de sürdürüyor.

‘Çözüm süreci’nde son günlerde bir gerginlik yaşanıyor. Başbakan’ın BDP ve Kandil’e yönelik şu sözleri endişe verici: “Bu dozda giderse böyle bir görüşmenin ipleri kopar. Çünkü böyle sınırı aşan ve tahrik kokan mesajlara hükümet olarak biz de evet diyemeyiz.”

Kandil’den de sıkıntılı mesajlar gelmeye başlayınca, gözler ister istemez İmralı’ya, yani Öcalan’a çevrildi. 15 Ekim açıklamasıyla iplerin kopabileceğini düşünenler, hatta bunu bekleyenler vardı. Bir kesim endişe içindeyken bir kesim de umutlarını İmralı’dan gelebilecek olumsuz mesajlara bağlamıştı.

‘SÜRECİ BIRAKMAK İSTEMİYOR’

13 Eki 2013

Beyaz Saray'ın, doğrudan Erdoğan'ı hedef almadan, kolay lokma gördüğü Fidan üzerinden mesajını kamuoyu önünde vermek istediği yorumu yapılabilir.

Aslında MİT 16 Mayıs’ta Müsteşar Hakan Fidan’ın da Başbakan Tayyip Erdoğan’a eşlik ettiği ABD Başkanı Obama ile Beyaz Saray’da yemekte konuşulanların ardından Suriye çizgisinde ‘önemli değişikliklere’ gitmiş, istihbarat kaynağımın söylediğine göre.

“Mesela neler?” diyorum? “Mesela” diyor, “sahada (bu Suriye iç savaşının fiili zemininde anlamına geliyor) Amerikalılarla çok daha yakın koordinasyon içinde çalışılıyor, ayrıntısına giremem ama siyasi adımlar da var”.

09 Eki 2013

Bu içerikteki bir pakete 'yetmez ama evet' demek, ömür boyu aşağılanmayı ve alay edilmeyi kabullenmek demektir.   Başbakan’ın, çok uzun süredir açıklanması beklenen ve hafta başında açıkladığı ‘reform paketi’nin ‘eksik’ ve ‘yetersiz’ olduğu konusunda neredeyse bir ‘konsensüs’ mevcut. İktidara destek korosunun farklı seslerinden tek birisi bile, paketi ‘mükemmel’ bulduğunu ilan etmedi.

Durum buyken, ilan edilmiş olan bu ‘reform paketi’ne ilişkin olarak ‘eyetmez ama evet’ tavrının geçerliliği olabilir mi? Olmaması gerekir. 2010 yılının 12 Eylülü’ndeki anayasa değişikliği referandumu sırasında geçerli olabilecek olan bu ‘slogan’, üç yıl sonraki ‘reform paketi’ için geçerli olamaz; olmamalıdır.

16 Eyl 2013

Bugün Hrant Dink'in doğum günü. Yaşasaydı altmışına merdiven dayamış olacaktı. Öldürüleli altı yıla yaklaştı.   Ak Parti çevrelerinin bana ilişkin kafası karışık. İktidarı eleştiriyor olmamın altında ipe sapa gelmez gerekçeler arıyorlar. Tayyip Erdoğan’ın iktidarına hiçbir zaman ‘karşılıksız çek’ vermemiş olduğuma, iktidarı -gerektiğini düşündüğüm yerlerde- defalarca eleştirmiş bulunduğuma dikkat etmemişler.

Eleştirilerin dozunda artış ve süreklilik, Gezi ve sonrasında söz konusu oldu. Doğru. Bunun gerekçesini bu köşede yazdım. İktidarın, polisin orantısız güç kullanımını meşrulaştırarak ‘zalim’ ve ‘baskıcı’ bir profil çizdiğini vurguladım. Tatmin olmadılar. Oysa, eleştirilerin dozunun artışı ile polisin kullandığı biber gazının dozunun artışı yani iktidar sorumluluğundaki polisin ‘orantısız güç kullanması’ arasında doğrudan bir orantı vardı.

29 Ağu 2013

Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümeti iki yıldır ısrarla takipçisi olduğu Suriye'deki iç savaşın en kritik aşamasına, yani kimyasal silah saldırısına, Mısır'daki darbeye karşı kampanyanın tam ortasında yakalandı.

Tam içinde dediğinizi duyar gibiyim. Özellikle de dün NATO’dan gelen, Suriye yönetimini kimyasal silah kullanmakla suçlayıp bunun cevapsız kalmayacağı tehdidi ve Türkiye’ye destek açıklamasından sonra...

Ama resim o kadar siyah-beyaz değil. Öncelikle, Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümeti iki yıldır ısrarla takipçisi olduğu Suriye’deki iç savaşın en kritik aşamasına, yani kimyasal silah saldırısına, Mısır’daki darbeye karşı kampanyanın tam ortasında yakalandı.

29 Ağu 2013

Suriye'de 'komşu' olarak 'el-Kaide türevi İslamcı güçler' veya 'Suriye PKK'sı PYD'nin ağır bastığı Kürt yönetimi' arasında tercih yapmaya zorlanacağız.

Suriye’ye karşı girişilecek ‘Batı askeri harekâtı’nın ana unsurlarından biri olan İngiltere, BM Güvenlik Konseyi’ne bir karar tasarısı sunma hazırlığında. Karar tasarısı, ‘Suriye’de sivillerin korunmasına ilişkin önlemleri’ içerecekmiş (Bu yazı yazıldığı sırada İngiliz karar tasarısı BM Güvenlik Konseyi’ne sunulmamıştı).

29 Ağu 2013

Eğer Batılı ülkeler müdahalenin çapını geniş tutmaya karar verirlerse Türkiye'den beklentiler de sadece lojistik, insani yardım vb. ile sınırlı kalmaz.

ABD, Britanya ve Fransa, Suriye’deki Baas rejimine karşı tavrını, “kimyasal silah kullanımı” gerekçesiyle “askeri yöntemlerle cezalandırma” evresine taşıdı. Uluslararası siyaset cephesinde son iki yıldır Esad karşıtı cephenin öncülüğüne soyunan Türkiye’nin yeni evrede, hangi silahlı rolü üstleneceği ise merak konusu.

Bu konuda ortada iki seçenek var: 1. En güçlü seçenek: Batılılar, operasyonu dar kapsamlı müdahaleyle sınırlı tutabilir. Bu durumda Türkiye’ye ya ihtiyaç duymayabilir ya da lojistik ihtiyaçları karşılaması beklenebilir. Bu kapsamda, üs kullanımı (İncirlik Üssü gibi), haberleşme, istihbarat, keşif, koruma, insani yardım, tahliye gibi sivil/askeri lojistik unsurları ön plana çıkabilir.

29 Ağu 2013

Rejimi sarssa da genelde kırsala hâkim olan muhaliflere zafer getirmesi beklenmeyen bir operasyonun ters tepmesi ve Esad'ın konumunu güçlendirmesi de muhtemel.

Independent’tan Robert Fisk’in deyişiyle ‘ABD, Kaide ile aynı safta savaşma’ pahasına Suriye’ye saldırmayı göze alıyor. Üstelik gerçeği öğrenmedeki yegâne şansımız BM denetçilerinin raporunu beklemeden…

Sayfalar