Gezi Park direnişi Türkiye tarihine geçecek kadar önemli bir olaydı. Pek çok yorumcunun iddia ettiği gibi tarihsel bir dönüm noktası olacak mı? Tam kestiremiyorum. Bu hükmü ileride tarih verecek. Ama sanırım şunu kabul edebiliriz: Gezi Parkı direnişi AK Parti’nin içsel açmazlarını açığa çıkardı, moral üstünlüğünü sarstı. Eğitimli, liberal yaşam tarzına duyarlı, eski Türkiye’nin siyasal ideolojilerine bağlılığı olmayan geniş bir kentsel kesim bu vesileyle siyasete girdi ve AK Parti’ye esastan çoğulcu olan Türkiye toplumunu muhafazakâr ve ahlakçı temeller üzerinde yeniden inşa etme tasavvurunun sınırlarını çizdi.
Radikal
İçlerinde bir de grupla ilgisi olmayan Fenerbahçe taraftarının olduğu şüphelilerin olaylar başladığında telefonlarının dinlemeye alındığı ortaya çıktı. Gaz maskesini lojistik araç olarak gören polis, Çarşı'yı Başbakanlık ofisini basmakla suçladı
'Köprüye Yavuz Selim ismi özümüzü yaraladı, her gece yürüyeceğiz... Başbakan aşırı uçlar diyor. Bir sol örgüt olarak teyzelere sözümüz geçmiyor. Her akşam tavalara vura vura gidiyorlar. Sadece sol örgütleri değil, kimseyi dinlemiyorlar.
Gezi var. Polisin çekilmesiyle sakinleşen, komün hayatının son model tatlı örneklerini görüp, haber olarak okuduğumuz.
Bir de Gazi var. Polisin çekilmediği, her akşam 21.00’de 15 bine yakın kişinin toplandığı, sonu genelde bol gazlı biten ve maalesef haber olarak okumadığımız. Kafamıza teröristlerin ve çapulcuların yaşadığı, girilemeyen mahalle olarak kazındığından belki de.
Fakat işte bir fırsat… ‘Hop bu kadar da değil’ dedik diye hepimiz bir anda ‘çapulcu’, ‘marjinal grup’, ‘dış mihrak’ ve ‘aşırı uç’ ilan edildiğimize göre, önceki bilgilerimizi, devletin bize ‘terörist’, ‘çapulcu’ vesaire diye tanıttığı her grup ve kimseyi tanımak için 10 numara beş yıldız bir fırsat.
Bir İtalyan büyükelçi, Avusturya-Macaristan'ı hatırlatıp, Türkiye ve Kürtler için aynı şeyin söz konusu olup olamayacağını sordu.
ROMA-Michelangelo ya da Dante, Floransa için neyse, Gian Lorenzo Bernini’nin de Roma için ne olduğunun, ne anlama geldiğinin farkındaydım. Roma’ya her gelişimde vazgeçilmez ‘ritüellerim’den biri, Piazza Navona’ya gidip, meydanın ortasındaki çeşmenin civarındaki kahvelerden birinde oturup, Bernini’nin imzasını attığı heykelleri seyretmektir.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ABD çıkarmasından ne çıktı? Herkesin mutabık olduğu konu; askeri müdahale anlamında Obama’nın Suriye’de eylemsizlik hali değişmedi. Dahası ikna edilen taraf Türkiye oldu. Debdebeli sofralar, vermek değil almak için... Erdoğan, düne kadar “İpe un sermek” dediği ‘Cenevre 2’ sürecine destek sözü verdi. Obama’nın istediği de buydu. Erdoğan açısından Esad’ı devirmenin yolu ‘uçuşa yasak bölge’ idi. Ama görüşme sonrası “Bu, ABD ile Türkiye’nin karar verebileceği konu değil” diyerek yelkenleri suya indirdi. Gazze’ye ziyaret konusunda da Amerikan formülüne yaklaşıldı. Beklenen şu: Erdoğan doğrudan Gazze’ye gitmek yerine hükmü sadece Batı Şeria’da geçen Mahmud Abbas’ı alıp götürebilir. Böylece Tel Aviv üzerinden Batı Şeria’ya geçer, israil memnun kalır. Malum Hamas, 6 yıldır Abbas’ı Gazze’ye sokmuyor.
Reyhanlı’da en az 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırının ardından Türkiye medyasında eylemin faili olmakla itham edilen THKP-C Acilciler örgütünün eski liderlerinden Mihraç Ural Radikal’e konuştu.
Valilerin bireyleri suçlu ilan etme yetkisi yok. 1 Mayıs'ta yaralanan üç kişinin 'örgüt militanı' olduğunun ilanı, yargısız infaza kurban gittiklerinin itirafı gibi.
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu konuşuyor: “Yaralıların 3’ü de militandır. Dilan adlı kızımız da yaralıdır. Dilan örgüt üyesidir, marjinal grup üyesidir. Bizde kayıtları vardır. Çatışma içindedir. Tam bir radikal mensuptur.”
Devamı da şöyle: “Yaptığımız hiçbir eksik ve yanlış işlem yoktur. Dünyanın ne kadar mahkemesi varsa, ülkemizde ne kadar mahkeme varsa müracaat edilebilir. Aldığımız karar kendi vicdanımda fevkalade doğrudur.”
Normal günde yürüyerek bile Taksim'e ulaşılamazken bazı sendikalar 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak istiyor. Bu neyin kafası! Bakırköy ya da Kadıköy'de 1 Mayıs'ı bayram gibi kutlayalım
PKK’nın ‘silahlı’ mı ‘silahsız’ mı çekileceği tartışması nihayet son buldu. Kandil’deki PKK yöneticileri, Öcalan’ın son mektubundaki ‘Ben güveniyorum, yöntemi belirleyin ve çekilin’ sözünü dikkate alarak çekilme kararını kesinleştirdi. Şimdi Kandil, ‘arazideki’ örgüt yöneticileriyle koordinasyon çalışması yapacak ve en geç bir hafta içinde çekilmeyi başlatacak. Bu arada Kandil ile İmralı arasında herhangi bir mektup değişimi olmayacak. Kandil çekilmenin başladığını doğrudan kamuoyuna duyuracak.
'Çözüm' olacaksa, en sonunda PKK’nın ortadan kalkacağı kesin. Bir savaş örgütü olarak oluşmuş olan PKK’nın ortadan kalkması, PKK’lıların ortadan kalkması olmayacağına göre, ‘barış ortamı’na girildiğinde, onlar ya BDP’li olacak veya ‘demokratik siyaset’ zemininde yer alacak yeni bir siyasi partide yer alacaklardır.
Ancak ‘çözüm süreci’nin sonunda PKK’nın ortadan kalkacak olmasıyla ‘süreç’i PKK’yı tasfiye etmek amaçlı olarak başlatmak ve yürütmek aynı anlama gelmiyor. Biri ‘süreç’in sonunda ulaşacağı ‘doğal durum’ iken, ikincisi ‘süreç’in gerekçesinin gerçek bir çözümden ziyade ‘PKK’nın tasfiyesi’ amaçlı olmasıdır.
‘Süreç’i başlatanların amacının bu olmadığını varsaysak bile, PKK tarafından böyle algılanması işi zora sokar. Öyle bir algı varsa, bunun aşılması, ‘süreç’in selameti bakımından zorunludur.